_02/08/2001
_Memleketim
_Sınır kapıları, onur kapıları.
Taşıdığınız Türk pasaportundan dolayı maruz kaldığınız muameleler, ülkenizin itibarına bir işarettir.
Serbest tavırlı, düzgün ve pahalı giyimli nice kişinin, pasaport kontrollerinde muhatap oldukları sorular karşısında ellerini koyacak yer bulamadıklarını, yüzlerinde ani ve geçici tikler oluştuğunu görünce, bu tavrın ülkenize olduğunu anlıyor ve onurunuzun kırıldığını hissediyorsunuz.
Ayak bastığınız ilk anda ikilem başlıyor.
Uygarlığını örnek gösterdiğiniz ülkeye refleks olarak hemen tepki geliştiriyorsunuz. 'Bizim polisimiz daha insancıldır' diyorsunuz. Sonra bu giderek genelleşiyor ve 'Bizim insanlarımız daha insancıldır'a dönüyor.
Aynı anda ekonomiden demokrasiye her alanda zihniniz kıyasa başlıyor. İnsan hakları, sosyal refah, kentleşme, kültür ayrı ayrı örnekleriyle kendilerini hatırlatıyor. Başınız öne düşüyor. Tepkiniz, yerini teslimiyete bırakıyor ve 'Haklılar' diyorsunuz.
Sonra bakımlı, temiz caddeler. Planlı yerleşim, kurallı kent yaşamı. Öykünme duygularınız yeniden diriliyor. Plansız kentleriniz, meydanları çirkin beton yığınlarıyla işgal edilmiş semtleriniz, kaba, kırık dökük tretuvarlarınız, poşetlerin, çöplerin uçuştuğu caddeleriniz, yere tüküren, bankları lambaları kıran insanlarınız geliyor aklınıza. Parklarda köpek pislikleri için paralı poşet makineleri görüyorsunuz. Yol kenarlarında kesilmemiş orkideler, çiçek bahçeleri, meyveler masa üstünde makaslar, tahtadan hesap panosu, kalem ve uzaktan görülebilir bir fiyat listesi. Altında bir kumbara, al, hesapla, paranı koy ve git. Yoldan geçenler dışında bir Allah'ın kulu yok.
Caddelerde raflara dizili gazeteler ve yine bir kumbara. Satıcı, bekçi yok.
Güven üstüne kurulu bir düzen. Ve kurallar, kurallar, kurallar, kurallar. Adam, kurallarını niye çiğnetsin? Düzenini niye bozdursun?
Sosyal yaşama ait tüm kurallar, hem okulda, hem ailede çocuklara aktarılıyor. Aile ve okul, kuşaktan kuşağa uygarlığı naklediyor.
Artık gördüğün, duyduğun her şeyden etkileniyor, onları bizim niçin yapmadığımızı, nasıl yapılabileceğini bütünüyle bir taklit mekaniği içinde düşünmeye ve üzülmeye başlıyorsun.
Demokrasinin yerel yönetimler elinde nasıl derinleştirildiğini, mesela oralarda açılacak yollardan, orduya alınacak uçaklara, yapılacak yeni bir tiyatroya kadar halka sorulduğunu, referanduma gidildiğini duyuyorsun, imreniyorsun, üzülüyorsun.
Tertemiz caddelerde dakikalarca izmarit atacak yer arıyorsun. Sıkılıyorsun. Akşam görüyorsun ki, bir ölü sessizliği iniyor. Sıkılıyorsun. Yaz günü bir güz güneşi, bulutlu, yağmurlu havalar. Sıkılıyorsun.Canının çektiği yemekleri bulamıyorsun. Bir süre sonra kurallardan, düzenden bunalıyor, yemeklerini, güneşi ve ülkeni özlüyorsun.
Özlediklerin, belki alıştığın şeyler. Belki de bu kadar düzen içinde biraz kargaşa, hareket ve dinamizm.
Galiba ikisinin ortasını bulmak lazım, diye geçiyor içinden.
Bu kadar açık farka, sosyal ve insani bir düzene, kültürlü bir sosyal yaşama rağmen, ben, o ülkelerden her dönüşümde, yüreğimde bir 'memleket' aşkının dirildiğini, ya da zaten var olduğunu hissediyorum.
Darısı, memleketi yönetenlerin başına olsun!
Taşıdığınız Türk pasaportundan dolayı maruz kaldığınız muameleler, ülkenizin itibarına bir işarettir.
Serbest tavırlı, düzgün ve pahalı giyimli nice kişinin, pasaport kontrollerinde muhatap oldukları sorular karşısında ellerini koyacak yer bulamadıklarını, yüzlerinde ani ve geçici tikler oluştuğunu görünce, bu tavrın ülkenize olduğunu anlıyor ve onurunuzun kırıldığını hissediyorsunuz.
Ayak bastığınız ilk anda ikilem başlıyor.
Uygarlığını örnek gösterdiğiniz ülkeye refleks olarak hemen tepki geliştiriyorsunuz. 'Bizim polisimiz daha insancıldır' diyorsunuz. Sonra bu giderek genelleşiyor ve 'Bizim insanlarımız daha insancıldır'a dönüyor.
Aynı anda ekonomiden demokrasiye her alanda zihniniz kıyasa başlıyor. İnsan hakları, sosyal refah, kentleşme, kültür ayrı ayrı örnekleriyle kendilerini hatırlatıyor. Başınız öne düşüyor. Tepkiniz, yerini teslimiyete bırakıyor ve 'Haklılar' diyorsunuz.
Sonra bakımlı, temiz caddeler. Planlı yerleşim, kurallı kent yaşamı. Öykünme duygularınız yeniden diriliyor. Plansız kentleriniz, meydanları çirkin beton yığınlarıyla işgal edilmiş semtleriniz, kaba, kırık dökük tretuvarlarınız, poşetlerin, çöplerin uçuştuğu caddeleriniz, yere tüküren, bankları lambaları kıran insanlarınız geliyor aklınıza. Parklarda köpek pislikleri için paralı poşet makineleri görüyorsunuz. Yol kenarlarında kesilmemiş orkideler, çiçek bahçeleri, meyveler masa üstünde makaslar, tahtadan hesap panosu, kalem ve uzaktan görülebilir bir fiyat listesi. Altında bir kumbara, al, hesapla, paranı koy ve git. Yoldan geçenler dışında bir Allah'ın kulu yok.
Caddelerde raflara dizili gazeteler ve yine bir kumbara. Satıcı, bekçi yok.
Güven üstüne kurulu bir düzen. Ve kurallar, kurallar, kurallar, kurallar. Adam, kurallarını niye çiğnetsin? Düzenini niye bozdursun?
Sosyal yaşama ait tüm kurallar, hem okulda, hem ailede çocuklara aktarılıyor. Aile ve okul, kuşaktan kuşağa uygarlığı naklediyor.
Artık gördüğün, duyduğun her şeyden etkileniyor, onları bizim niçin yapmadığımızı, nasıl yapılabileceğini bütünüyle bir taklit mekaniği içinde düşünmeye ve üzülmeye başlıyorsun.
Demokrasinin yerel yönetimler elinde nasıl derinleştirildiğini, mesela oralarda açılacak yollardan, orduya alınacak uçaklara, yapılacak yeni bir tiyatroya kadar halka sorulduğunu, referanduma gidildiğini duyuyorsun, imreniyorsun, üzülüyorsun.
Tertemiz caddelerde dakikalarca izmarit atacak yer arıyorsun. Sıkılıyorsun. Akşam görüyorsun ki, bir ölü sessizliği iniyor. Sıkılıyorsun. Yaz günü bir güz güneşi, bulutlu, yağmurlu havalar. Sıkılıyorsun.Canının çektiği yemekleri bulamıyorsun. Bir süre sonra kurallardan, düzenden bunalıyor, yemeklerini, güneşi ve ülkeni özlüyorsun.
Özlediklerin, belki alıştığın şeyler. Belki de bu kadar düzen içinde biraz kargaşa, hareket ve dinamizm.
Galiba ikisinin ortasını bulmak lazım, diye geçiyor içinden.
Bu kadar açık farka, sosyal ve insani bir düzene, kültürlü bir sosyal yaşama rağmen, ben, o ülkelerden her dönüşümde, yüreğimde bir 'memleket' aşkının dirildiğini, ya da zaten var olduğunu hissediyorum.
Darısı, memleketi yönetenlerin başına olsun!