_06/09/2001
_Güz hüzünleri
_Bazı
sözcüklerin çok ve kuvvetli çağrışımları vardır. Güz de bunlardan biri.
Hemen bir serinlik hissettirir. Rüzgâr, yağmur, puslu ve karanlık
havalar, kuruyan, uçuşan yapraklar... Artan telaşlar, artan işler,
açılan okullar. Hayata dair yeni düşünceler, yeni planlar, yeni
başlangıçlar...
Ve belki de bütün bunlarla sürüp giden ve sonsuz gibi sanılan bir büyük hüzün.
Maddi âlemden duygu dünyasına kadar, böyle geniş çağrışımları olan bir sözcük güz.
Değişimi de ifade eder. Hatta en önemli yanı belki bu. Hüznün
sürekliliği ondan. Sevdiğimiz ve alıştığımız bir yazdan, soğuk ve
karanlık bir kışa geçişin başlangıcı. Yavaş yavaş yerlerde çimenlerin,
çiçeklerin, ağaçlarda yaprakların, gökte güneşin soluşu. Bir yokluk ve
kayıp hissi. Hüzün işte bu kaybetmek duygusuyla birlikte geliyor.
Alışarak, çoğu kez farkında bile olmadan yaşadığımız, güneşli,
çiçekli, meyveli, sebzeli, doğurgan ve aydınlık bir doğanın gün gün
yokluğa gidişi. Hüznün gün gün büyüyüşü.
Düşünüyorum da, alışmak, biteviye sürgit hali doğaya da aykırı.
Alışmak, bir bakıma sahip olduğunuzu kaybetmek demek. Heyecan, coşku,
korku alışmaya birlikte yok oluyor. Alıştığınız şeyin artık farkında
olmuyorsunuz, bedensel bir insiyak, mekanik bir dürtüye çeviriyorsunuz
onu.
Güz, alışkanlık hissine belki böyle bir itiraz. Bir değişim isteği. Sadece doğanın değil, doğal olanın da devinimi. İnsan ilişkilerinde de öyle değil mi? Çiçekli, güneşli uzun yazlar bile alışkanlığa dönüverir de mutluluk ve huzur hali, rutin bir dürtü halini alır. Donar, monotonlaşır. İşte o zaman biraz serinlik, buğu ve biraz hüzün değişimi, bir doğal yasa olarak, bize sahip olduklarımızın değerini yeniden hatırlatır. Güzün başında anlarız ki, kaybettiğimiz şey, en nihayetinde kazanmak istediğimiz şeydir. Günün içinde kendisini ve vedasını bize sık sık hatırlatan güneş, uzun ve büyük bir turun sonunda gelecektir. Güz bitecektir, kış bitecektir. Zaman alan bir bahar umudunun ardında görünecektir. Çok önemli bir yanı da zıtlıklar. Her şeyin mihengi zıddı, yani her şeyin değeri ve ifade ettiği anlam ancak zıddıyla ortaya çıkıyor. Gece olmadan, gündüzün ne demek olduğunu anlamamız mümkün değil. Kış olmadan, yazın değerini kavrayamayız. Çirkinlikler, güzelliğin değerini çıkarmak için, olmak zorunda. Kin, nefret, öç alma hisleri yok olsa bağışlama, merhamet ve sevgi bir değer olmaktan çıkar. Siyah olmasa, beyaz da olmaz. Dünya bir bakıma zıtlıklar dünyasıdır. Ve her şey ancak zıddıyla vardır. Bir şeyin zıddı, ötekinin varlık nedenidir.
İnsan için de geçerlidir bu. Bir değişim ve devinim halinde insan da iyiden kötüye, aktan karaya, nefretten sevgiye gider gelir. Sallanır durur. Güz, böyle bir zıdda geçiştir. Bize başka bir şeyi daha hatırlatır. Değişimlerin de bir geçiş süreci olduğunu. Reostalı ışık gibi yavaş yavaş kısılır güz. Bir düğmeye basılırcasına aniden sönmez ışıklar. Toplumların da akşam yatıp, sabah bir başka millet olarak uyanmadığı gibi. İnsan değişimi de böyle süreçli, reostalı ışık gibidir. Hiçbir duygu kalıcı değildir. Büyük acılar bile zaman geçtikçe azalır.
Güz, böyle yokluk, yaşlanma ve ölüm hatırlatmaları yanında yaz rehavet ve uyuşukluğundan da kurtarıyor insanı. Başka bir zıtlık olarak, yaşama, işe ve geleceğe ait yeni bir coşku ve yeni bir heyecan veriyor. İç dünyasına, his dünyasına dönmek isteyenler için de sunduğu büyük hüznüyle, güzü güz gibi yaşamalı.
Güz, alışkanlık hissine belki böyle bir itiraz. Bir değişim isteği. Sadece doğanın değil, doğal olanın da devinimi. İnsan ilişkilerinde de öyle değil mi? Çiçekli, güneşli uzun yazlar bile alışkanlığa dönüverir de mutluluk ve huzur hali, rutin bir dürtü halini alır. Donar, monotonlaşır. İşte o zaman biraz serinlik, buğu ve biraz hüzün değişimi, bir doğal yasa olarak, bize sahip olduklarımızın değerini yeniden hatırlatır. Güzün başında anlarız ki, kaybettiğimiz şey, en nihayetinde kazanmak istediğimiz şeydir. Günün içinde kendisini ve vedasını bize sık sık hatırlatan güneş, uzun ve büyük bir turun sonunda gelecektir. Güz bitecektir, kış bitecektir. Zaman alan bir bahar umudunun ardında görünecektir. Çok önemli bir yanı da zıtlıklar. Her şeyin mihengi zıddı, yani her şeyin değeri ve ifade ettiği anlam ancak zıddıyla ortaya çıkıyor. Gece olmadan, gündüzün ne demek olduğunu anlamamız mümkün değil. Kış olmadan, yazın değerini kavrayamayız. Çirkinlikler, güzelliğin değerini çıkarmak için, olmak zorunda. Kin, nefret, öç alma hisleri yok olsa bağışlama, merhamet ve sevgi bir değer olmaktan çıkar. Siyah olmasa, beyaz da olmaz. Dünya bir bakıma zıtlıklar dünyasıdır. Ve her şey ancak zıddıyla vardır. Bir şeyin zıddı, ötekinin varlık nedenidir.
İnsan için de geçerlidir bu. Bir değişim ve devinim halinde insan da iyiden kötüye, aktan karaya, nefretten sevgiye gider gelir. Sallanır durur. Güz, böyle bir zıdda geçiştir. Bize başka bir şeyi daha hatırlatır. Değişimlerin de bir geçiş süreci olduğunu. Reostalı ışık gibi yavaş yavaş kısılır güz. Bir düğmeye basılırcasına aniden sönmez ışıklar. Toplumların da akşam yatıp, sabah bir başka millet olarak uyanmadığı gibi. İnsan değişimi de böyle süreçli, reostalı ışık gibidir. Hiçbir duygu kalıcı değildir. Büyük acılar bile zaman geçtikçe azalır.
Güz, böyle yokluk, yaşlanma ve ölüm hatırlatmaları yanında yaz rehavet ve uyuşukluğundan da kurtarıyor insanı. Başka bir zıtlık olarak, yaşama, işe ve geleceğe ait yeni bir coşku ve yeni bir heyecan veriyor. İç dünyasına, his dünyasına dönmek isteyenler için de sunduğu büyük hüznüyle, güzü güz gibi yaşamalı.