_27/09/2001
_Münih'ten hikâyeler
_Münih'te
Türklerin ayrı bir dünyası var. Onlar artık Münihli Türk olmuşlar. Çok
şey oturmuş. Lokantalar, mağazalar, her konuda işyerleri açmışlar. Biraz
Türkiye, biraz Münih kokan yeni ve kendine has konseptler
geliştirmişler. Bu, her konuda böyle. Alman yaşamı ve kültürüne intibak
etmişler, o anlayışı ve tarzı kavramışlar ve artık kendilerine güvenleri
gelmiş.
Başardıklarına, kendilerini ispat ettiklerine
inanmışlar ve kendilerine büyük bir güven gelmiş. Özellikle Almanlardan daha zeki ve yaratıcı olduklarına inanmışlar.
Bununla ilgili çok şey anlatıyorlar: Hatta her bir araya gelişlerinde sözü mutlaka buraya getirip, kıssa, efsane üslubunda birbirlerine hatıralarını naklediyorlar.
İlginç bulduğum ikisini ben de size nakledeyim.
Ticaretle uğraşan Yalçın bey, Türkiye'ye yeni bir arabayla gelmeyi düşünüyor ve bir Opel alıyor. Ancak yeni arabanın sağa çektiğini anlıyor ve arabayı fabrikaya götürüyor. Alıyorlar, arabaya bakıyorlar, gerçekten bir anormallik var. Yerine başka bir araba veriyorlar ve üç gün arabayı söküp mühendisler, ustalar başına toplanarak arızayı arıyorlar. Ama hiçbir yerinde bir şey bulamıyorlar. Gün gelip çatıyor arabayı sahibine öylece teslim ediyorlar. Yalçın bey değiştirmek istiyor. Arıza, kayıtlara geçecek bir teşhise dönmediği için kabul etmiyorlar. Gün gelip çatıyor. Dönüşte uğraşırım diyerek o arabayla Yalçın bey Türkiye'ye geliyor. Adapazarı'nda bir rot balansçıya giriyor. Usta yok. 12 yaşında bir çocuk. Diğerinde kuyruk. Başka yer sorunca çocuğun bulunduğu yeri tarif ediyorlar. Ustanın olmadığını söylüyor. "O çocuk yapar, ustasından geri kalmaz" diyorlar. Geliyor. Araba rot balansa giriyor, çocuk bir anormallik seziyor. Lastikleri söküyor. Sağ ön lastik yamuk. "Abi diyor bu araba sağa çekiyor mu? Lastiğin değişmesi lazım." Lastik değişiyor. Araba saate dönüyor. O hızla Almanya'ya dönünce soluğu fabrikada alıyor.
"Siz, o diplomaları yırtın. Sizin bunca ekiple günlerce arayıp bulamadığınızı Türkiye'de 12 yaşında bir çocuk buldu," diyor ve lastiği önlerine fırlatıyor.
"Adamlar suspus oldu, diyor. Hepsi utançlarından lastiğin üstüne eğildi. Bunlar böyledir. Bizim millet çok pratik, bunlardan zeki."
İkincisi de marketleri ve taşımacılık işi olan Erzurumlu İsmail beyin hikâyesi.
"Uzun tahlillerden sonra ağrısı geçmeyen sağ kolunun omzundan kesilmesine karar verilmiş. Tabii büyük bir şok. 15 gün sonra gidecek ve çaresiz, kolunu hem de sağ kolunu kestirecek. Sağlam olarak memleketim son defa beni bir görsün diyor ve bu 15 günü İstanbul'daki akrabalarının yanında geçirmeye karar veriyor.
Nişantaşı'nda tavsiye üzerine gittiği bir doktor uzun bir muayeneden sonra onu bir diş doktoruna göndereceğini söylüyor. "Ve," diyor "senin rahatsızlığın dişinden. Apse yapmış. Koluna vurmuş. Çektir, kolunda bir şey kalmaz." Ve aynen dediği gibi 15 gün sonra sevinçten şaşkın, kendi insanına güvenden coşkun bir şekilde hastaneye varıyor.
Doktor, "Bugün yat, yarın keselim" deyince, raporları önüne fırlatıyor. Durumu anlatıyor.
"Hepsi sapsarı oldu" diyor İsmail bey. Yer yarılsa içine gireceklerdi. Ama adam onur meselesi yapmadı. Merak etti ve ta İstanbul'a kadar gitti. Benim doktorla tanıştı. Onu tebrik etti. Büyüklüğünü takdir etti."
Sonra İsmail bey gururla, "Bizim doktorlarımız gibisi var mı? Burada ne derlerse desinler, bir de bizimkilere görünürüm ben, o zaman inancım gelir" diyor.
Başardıklarına, kendilerini ispat ettiklerine
inanmışlar ve kendilerine büyük bir güven gelmiş. Özellikle Almanlardan daha zeki ve yaratıcı olduklarına inanmışlar.
Bununla ilgili çok şey anlatıyorlar: Hatta her bir araya gelişlerinde sözü mutlaka buraya getirip, kıssa, efsane üslubunda birbirlerine hatıralarını naklediyorlar.
İlginç bulduğum ikisini ben de size nakledeyim.
Ticaretle uğraşan Yalçın bey, Türkiye'ye yeni bir arabayla gelmeyi düşünüyor ve bir Opel alıyor. Ancak yeni arabanın sağa çektiğini anlıyor ve arabayı fabrikaya götürüyor. Alıyorlar, arabaya bakıyorlar, gerçekten bir anormallik var. Yerine başka bir araba veriyorlar ve üç gün arabayı söküp mühendisler, ustalar başına toplanarak arızayı arıyorlar. Ama hiçbir yerinde bir şey bulamıyorlar. Gün gelip çatıyor arabayı sahibine öylece teslim ediyorlar. Yalçın bey değiştirmek istiyor. Arıza, kayıtlara geçecek bir teşhise dönmediği için kabul etmiyorlar. Gün gelip çatıyor. Dönüşte uğraşırım diyerek o arabayla Yalçın bey Türkiye'ye geliyor. Adapazarı'nda bir rot balansçıya giriyor. Usta yok. 12 yaşında bir çocuk. Diğerinde kuyruk. Başka yer sorunca çocuğun bulunduğu yeri tarif ediyorlar. Ustanın olmadığını söylüyor. "O çocuk yapar, ustasından geri kalmaz" diyorlar. Geliyor. Araba rot balansa giriyor, çocuk bir anormallik seziyor. Lastikleri söküyor. Sağ ön lastik yamuk. "Abi diyor bu araba sağa çekiyor mu? Lastiğin değişmesi lazım." Lastik değişiyor. Araba saate dönüyor. O hızla Almanya'ya dönünce soluğu fabrikada alıyor.
"Siz, o diplomaları yırtın. Sizin bunca ekiple günlerce arayıp bulamadığınızı Türkiye'de 12 yaşında bir çocuk buldu," diyor ve lastiği önlerine fırlatıyor.
"Adamlar suspus oldu, diyor. Hepsi utançlarından lastiğin üstüne eğildi. Bunlar böyledir. Bizim millet çok pratik, bunlardan zeki."
İkincisi de marketleri ve taşımacılık işi olan Erzurumlu İsmail beyin hikâyesi.
"Uzun tahlillerden sonra ağrısı geçmeyen sağ kolunun omzundan kesilmesine karar verilmiş. Tabii büyük bir şok. 15 gün sonra gidecek ve çaresiz, kolunu hem de sağ kolunu kestirecek. Sağlam olarak memleketim son defa beni bir görsün diyor ve bu 15 günü İstanbul'daki akrabalarının yanında geçirmeye karar veriyor.
Nişantaşı'nda tavsiye üzerine gittiği bir doktor uzun bir muayeneden sonra onu bir diş doktoruna göndereceğini söylüyor. "Ve," diyor "senin rahatsızlığın dişinden. Apse yapmış. Koluna vurmuş. Çektir, kolunda bir şey kalmaz." Ve aynen dediği gibi 15 gün sonra sevinçten şaşkın, kendi insanına güvenden coşkun bir şekilde hastaneye varıyor.
Doktor, "Bugün yat, yarın keselim" deyince, raporları önüne fırlatıyor. Durumu anlatıyor.
"Hepsi sapsarı oldu" diyor İsmail bey. Yer yarılsa içine gireceklerdi. Ama adam onur meselesi yapmadı. Merak etti ve ta İstanbul'a kadar gitti. Benim doktorla tanıştı. Onu tebrik etti. Büyüklüğünü takdir etti."
Sonra İsmail bey gururla, "Bizim doktorlarımız gibisi var mı? Burada ne derlerse desinler, bir de bizimkilere görünürüm ben, o zaman inancım gelir" diyor.